Suikastler Cumhuriyeti

Suikast…
Hani bazı sözcükler vardır ya; anlamı ağır, sindirilmesi zordur. İşte bu kelimelerden biridir “suikast”. Sözlük anlamına baktığımız zaman bir veya birden fazla kişiyi amaçlı ve planlı bir şekilde öldürmek anlamına gelmektedir. Öldürülen veya öldürülmek istenen kişi genellikle bir devlet büyüğü veya stratejik önemi olan bir kişidir. TDK’ya göre “gizlice cana kıyma” ve “kötülük etmeye kalkışma” olarak açıklanmaktadır. Kısacası insana bahşedilen en önemli hakkı “yaşam hakkını” elinden almaktır.

Atilla Akar’ın “Suikastler Cumhuriyeti/Derin Tanrılar Kurban İstiyor” de işte bu konuya değiniyor ve diyor ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel pratiğine dönüp baktığımızda bir “Suikastler Cumhuriyeti”ne evrildiğini görüyoruz. Böylelikle bir “hayat garantörü” olması gereken cumhuriyet adeta bir kıyım mekanizmasına evrilmiştir. Bu anlamda bir “yönetme zihniyeti”, tarzı ve siyaseti olan suikast metodu neredeyse her dönem geçerliliğini korumuştur. En güzide aydınlarını, bilim insanlarını, siyasetçilerini, askerlerini, bürokratlarını “derin tanrılar”a adak niyetine sunan bu anlayış aynı zamanda toplumun “beyin kaynakları”nı yok eden bir “entelektüel jenosit”e dönüşmüştür.

Bu kayıpları önlemek, aydınlatmak ve bir daha olmasının önünü kesmek için somut hiçbir önlem geliştirmeyen devlet, her suikastla birlikte zan altında kalmaktan kurtulamamış, bunu kırıp atmak için ise şu ana kadar somut bir “irade” gösterememiştir. Devletin bekası adına girişilen bütün siyasi cinayetler aslında bir yönetme zihniyeti ve pratiğinin dışavurumu sayılmalıdırlar. Her birinin iktidar denklemi içinde bir karşılığı vardır. O yüzden suikastlara “canice eylemler” söyleminden ötede bir “siyaset biçimi ve stratejisi” olarak bakmayı öneriyoruz. “ diyen yazar kitabın komplolar ve provokasyonlar sarmalının en kanlı yüzü olagelen suikast olgusuyla bir “hesaplaşma” ve “yüzleşme” çağrısı olduğunu savunuyor.

Bu kitap, Atilla Akar’ın konusunu tarihte ‘suikast’ olgusundan alan üçüncü kitabı. İlk kitap ‘Suikastler/Paylarına Ölüm Düşen Admlar’, ikincisi ise ‘Gizli Suikastler/Şüpheli Ölümler’. Akar, üçüncü kitabı Suikastler Cumhuriyeti kitabını ise üç bölüme ayırır. İlk bölüm Cumhuriyetin İlk Yarı Dönem (1923-1970) suikastlarını anlatır. Bu dönemin en önemli özelliği bir “iç hesaplaşma” özelliği göstermesidir. Çünkü Kurtuluş Savaşı devam ederken ve hemen ardından kurulan Cmhuriyet’te eski hesaplaşmalar yeni döneme de sirayet edecek ve eski ve yeni kadrolar arasında çatışmalar ve sürtüşmeler olacaktır. Ülke yepyeni oluşuma girdiği için herkesin herkesten çekindiği, herkesin herkesten şüphelendiği ve birbirlerini ‘potansiyel tehdit’ olarak gördükleri bir dönemdir. En önemli suikastlerden biri Atatürk’e yapılan ve önlenen 1926 İzmir Suikastı’dır. 1945’ten sonra ise genellikle aydın cinayetleri karşımıza çıkar. Sabahattin Ali, Ahmet Emin Yalman gibi. Soğuk Savaş döneminden sonra ise Gladyo unsurları ile ‘antikomünist’ örgütlenmelerin temeli de bu dönemde atılır. Ancak bu dönenim en önemli özelliklerinden biri de Türkiye’nin en az suikastin olduğu zaman dilimidir.

İkinci bölüm ise ‘1970-1980 Arası “Kontrollü İç Savaş” Suikastları adını taşır. Türkiye 1970’lere geldiğinde kontrollü iç savaş dönemi yaşamaya başlar. Bu süreç kurgulanmış bir çatışma süreci olarak tanımlanabilir. Toplum, sağ ve sol diye kutuplara ayrılmış; birbirlerine düşman ve yok etme bilincinde insan grupları ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ‘ölüm’ kelimesi çok sıradanlaşmış, Türkiye toplu bir cinnet durumuna sokulmuştur. Öncelikle öğrenci çatışmaları ile başlayan süreç lokal kavgalar boyutuna ulaşmıştır. Bu sürece baktığımızda olayların planlanmış bir darbeye bağlandığını ve buna direnen unsurların ise yok edildiğini görürüz. Olaylar kontrolden çıktıktan sonra da darbe gelmiştir.

Akar, kitabın son bölümünde ise 12 Eylül sonrası suikastleri ele alır. Bu dönemin en önemli farkı suikastlerin yapısındaki değişikliklerdir. 12 Eylül öncesi genelde kutuplaşmaya dayalı suikastler gerçekleşirken bu dönemde ‘yeni kutuplar’ ortaya çıkar. Daha önce sağ-sol çatışması içinde kendine yer edinen suikastler bu dönemde profesyonel bir mahiyet kazanır. Bu dönemden önce suikastler basit kriminal yöntemlerle anlaşılırken bu dönemden sonra her bir suikast zihinlerde ‘acaba’ sorusunu doğurur. Şimdi her suikasti kendi içinde apayrı metodlarla incelemek gerekiyordur. Öldürülenler arasında eskiye oranla daha çok polis, asker ve istihbaratçı suikastları artar. Çünkü artık herkesin kendi suikastları ve suikastçıları vardır. Artık Türkiye yepyeni bir döneme girmiştir.

Kitabı okuduktan sonra tıpkı yazarın da sonsözde söylediği gibi kafanıza şu soru takılıyor: Acaba Türkiye Suikasler Cumhuriyeti mi? Periyodik olarak incelediğimizde maalesef böyle bir tablo ortaya çıkıyor. Neredeyse suikastın olmadığı bir dönem yok. Fakat yazar özellikle şu olguyu da vurgular ki ülkede yaşanan her suikast bizim utancımızdır. Eğilimi ne olursa olsun öldürülen her aydın, gazeteci, yazar ve diğer konumdakiler bizim ortak aklımızdan, geçmişimizden, toplumsal hafızamızdan ve birikimimizden kopartılan birer parçadır.

Ne olursa olsun hiçbir insanoğlunun en birincil hakkı yaşam hakkını hiç kimse elinden alamaz ve almamalıdır. Suikastsiz, barış ve huzur dolu bir dünyada yaşamak dileğiyle…

Suikastlar Cumhuriyeti
Atilla Akar
Profil Kitap
364 sayfa, 2010

Gülizar Şahin
Kitap Cafe